bir anı...
birgün bir camiye girdim. ezanın okunmasına az kaldı diye düşünmüştüm. ama kurnalardaki kalabalığın nedeni; namaz vaktinden önce okunan Kur-an'ı Kerim'i dinlemek içinmiş, camiye girince anladım. insan sesinin aldığı o Kur-an'a özgü şekli hemen tanıdım. duygulandım.
dinlemeye
başladım. bir şey anlamıyordum. bir kaç kelimenin ve bildiğim Sure'lerin
Türkçe karşılıklarından başka hiçbir şey anlamıyordum. Allah'ı ve
Peygamber'ini düşünmeye çalıştım mı Allah bilir. benden iyi bilir.
bir yaşlı
dikkatimi çekti. ağlıyordu için için, hıçkıra hıçkıra. O An'a kadar
benim de gözlerim dolmuş ve sonra kendimi toparlamıştım birkaç kez. ama
neden ağlama ihtiyacı hissediyordum, o ihtiyarı ağlarken görene kadar
hiç düşünmemiştim.
yaşlı adam ağlıyordu. acaba o biliyor muydu Arapça dilini ? anlıyormuydu okunanları ? onu boşverdim. kendimi düşündüm. orada okunanda neler vardı ? bir mektup okunuyordu her yerde tüm insanlara yazılmış. ama mektubun kimden geldiğine inandım diye diye, anlamadan dinliyordum. ne yaptığımı düşündüm ve kendimden şüphe ettim. bu işte bir terslik vardı. bunca insan hep yanlış mı biliyor ?
aynı dili konuşmayanlar bir yere kadar anlaşabilir. ben inancımla aynı dili konuşmak istiyorum yaşadığım dünyada. Arapça dilini öğrenmek isterim. bütün dilleri konuşmak ve herkesi anlamak isterim. kuşça, kelebekçe, karıncaca, taşça, toprakça...
şu an sahip
olduklarımla, ne yazdığını yavaş yavaş okumak ve öğrenmek istiyorum.
kolayıma nasıl gelirse öyle okumak istiyorum. aklı olanın da olmayanın
da O 'ndan başka yardımcısı yok..
inanıyorum ki
araştırmacılar, kaderini bir şekilde İslam İlmi'yle birleştirenler her
ayrıntıyı gözden geçirip insanlıkla paylaşacaklardır.
akıl duymuyorsa kulağın ne suçu var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder