17 Ekim 2015 Cumartesi

çöl



kısırdır çöl
yiyecek çocuğunu doğuramaz
sulak bir vadi gibi bereketli değildir mevsimleri
tüketmiştir ömrünü savaşlarla
savaşan çocuklarını bir bir öğütmüştür kara karnında
karartmıştır onları yapışkan iştahıyla
onun özlemi ağıt yakan kalplerdir
çocuklarının ardından ağlamayı bilmez çöl
bulutları ağlatmak için yer çocuklarını kara toprak
uçmak isterken yıldızlara
hep takılır zincirlerim gri bulutlara
duymak ister acıklı sözlerimi hayat
ve ihtiyarların beklerken gözlerinin titrediğini hissederim
kara toprak bizi yemeden duyalım onunla
nasıl da güzel ağlıyor şu çocuk
bize ağlamayı unutturan bilgelik
bu çocukta bambaşka
hangi denize uzatsam kalemimi kurutur
korkudan titreyen sesim
hıçkırıklar içinde
ayıramam hıçkırıklarınızı
kötük de ağlar iyilik de
bir pencerenin önünde beklerim
ölüp gideceğim örtümü çekerken üzerime
nefesimi çiçek kokuları tutuyor içimde
giderken bıraktığınız çiçeklerin zamanını tutamayan ellerimle
kırık kaynamış kısa parmaklarımla yokluyorum yüzünüzü
ben gidemem ve kalmak istemez gönlüm
güneşin geçip gittiği bu pencerenin önünde
koşmak isteyen ağaçlar gibiyim
ayağa kalkmak istedikçe
toprak yer beni
parmak uçlarım bu yüzden ince
kırarlar kalbimi
bir kandili tutuşturacağız hepimiz
en çok bu ihtiyarları yak tanrım
en çok onları ve genç çocuklarını
yolunu aydınlatsın sana gelmek isteyenlerin









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder