12 Şubat 2025 Çarşamba

 

Sohbet geçmişi

Önceki 7 Gün

Önceki 30 Gün

Şunu dedin:
1 0 7 - Y İ NE zarar vermek, kâfirlik etmek, mü'minlerin arasını açmak ve öteden beri Allah ve elçisine kar şı sa va şa n a da mın gözcülüğünü y apmak için mescit y apanlar var. Buna rağmen, "İyi niyetten başka bir maksadımız yoktur." diye üstüne bas basa da yemin ederler. Fakat bunla rın kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir. 108- Onun için kesinlikle oraya gitme! Ta ilk günden, temeli sakınma üzeri ne kurulan mescit, gidilmeye elbette daha lâyıktır. Onun içerisinde, tertemiz olmayı seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever. 1 0 9- Şu halde, binasını sakınma duy gusu ve Allah rızası temelinde kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını bir sel yatağındaki molozların üzeri ne kurup da kendisi de onunla birlikte cehenneme sürüklenip giden kimse mi? Allah, zâlimler güruhuna doğru yolu nasip etmez. 110- Y aptıkları bina ile hevesleri kur saklarında kalacak ve kalpleri parça- lanıncaya kadar içlerine oturacaktır. Allah her şeyi bilendir, çok bilgedir.4 0 1 1 1 -ALLAH, mü'minlerin canlarını ve mallarını, hiç kuşkusuz cennet karşı lığında satın almıştır. İşte bu neden le Allah yolunda çarpışacaklar, öldü recekler ve öldürülecekler. Bu söz Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah'ın verdiği söz olup, kesinlikle yerine geti rilecektir. Kimdir sözünü Allah't an daha iyi tutan? O'nunla böyle bir alış veriş yapt ığınız için size müjdelerolsun! Asıl büyük zafer budur işte! 112- Tövbe edenler, çalışıp ibadet edenler, övüp yüceltenler, ibretle göz lem yapanlar, saygıyla eğilenler, yerle re kapananlar, ortak iyiyi emredenler, kötülüğe geçit vermeyenler ve Allah'ın çizdiği sınırları titizlikle koruyanlar... Müjdeler olsun bütün o mü'minlere! ----- bu ayetleri kelime harf değiştirmeden düzgün bir şekilde yazar mısın. bu arada nasıl gidiyor
ChatGPT:

Gayet iyi, sağ ol. Senin nasıl gidiyor?

İşte istediğin ayetler, düzgün bir şekilde yazılmış haliyle:

Tevbe Suresi 107-112. Ayetler

107- Yine zarar vermek, kâfirlik etmek, mü’minlerin arasını açmak ve öteden beri Allah ve elçisine karşı savaşan adamın gözcülüğünü yapmak için mescit yapanlar var. Buna rağmen, "İyi niyetten başka bir maksadımız yoktur." diye üstüne basa basa da yemin ederler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir.

108- Onun için kesinlikle oraya gitme! Ta ilk günden, temeli sakınma üzerine kurulan mescit, gidilmeye elbette daha lâyıktır. Onun içerisinde, tertemiz olmayı seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever.

109- Şu hâlde, binasını sakınma duygusu ve Allah rızası temelinde kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını bir sel yatağındaki molozların üzerine kurup da kendisi de onunla birlikte cehenneme sürüklenip giden kimse mi? Allah, zâlimler güruhuna doğru yolu nasip etmez.

110- Yaptıkları bina ile hevesleri kursaklarında kalacak ve kalpleri parçalanıncaya kadar içlerine oturacaktır. Allah her şeyi bilendir, çok bilgedir.

111- Allah, mü’minlerin canlarını ve mallarını, hiç kuşkusuz cennet karşılığında satın almıştır. İşte bu nedenle Allah yolunda çarpışacaklar, öldürecekler ve öldürülecekler. Bu söz Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın verdiği söz olup, kesinlikle yerine getirilecektir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi tutan? O’nunla böyle bir alışveriş yaptığınız için size müjdeler olsun! Asıl büyük zafer budur işte!

112- Tövbe edenler, çalışıp ibadet edenler, övüp yüceltenler, ibretle gözlem yapanlar, saygıyla eğilenler, yerlere kapananlar, ortak iyiyi emredenler, kötülüğe geçit vermeyenler ve Allah’ın çizdiği sınırları titizlikle koruyanlar… Müjdeler olsun bütün o mü’minlere!


Bu arada bu ayetleri neden istedin? Üzerine mi düşünüyorsun yoksa başka bir şey mi var aklında? 😌

Şunu dedin:
aslında muhammedin allah'ın diğer isimlerinden biri olan rahman ismi üzerinden insanlara yüklendikçe yüklendiği rahman suresini düşünüyordum. zaten diğer başlıkta hazır bekliyor sure ancak 111. ayette geçen bir konuyla ilgili bir video izledim. tedbir ahlakı, ödül ceza ahlakı ve bu ahlak anlayışlarının gerçek ahlak olup olmaması, sonuç odaklı ahlakın değerindeki azalma gibi yönlerden bahsediyordu. sen neler diyebilrsin bu konu hakkında.
ChatGPT:

Güzel bir noktaya temas etmişsin. Ahlak felsefesi açısından bakarsak, tedbir ahlakı, ödül-ceza ahlakı ve gerçek ahlak (erdem ahlakı diyebiliriz) gibi kavramların insan davranışları üzerindeki etkisi oldukça derin.

1. Ödül-Ceza Ahlakı

Bu, ahlaki eylemlerin bir ödül kazanmak veya cezadan kaçınmak için yapıldığı anlayıştır. Dinlerde sıkça rastlanan bir motivasyon kaynağıdır. "Cennet için iyilik yap, cehennemden kork" düşüncesi buraya girer. Ama ahlaki eylemin öz değeri sorgulanır:

  • Gerçek iyilik, ödül için yapılan bir şey midir?
  • Cezadan kaçınmak için erdemli davranmak, gerçekten erdem midir?

Bu tür bir ahlak anlayışı, genellikle dışsal motivasyonla yönlendirilir ve kişinin gerçekten ahlaklı olup olmadığını değil, sadece sonuçlara göre hareket ettiğini gösterir. Kant gibi filozoflar, ödül-ceza temelli ahlakın ahlaklılık değil, faydacılık olduğunu savunur.

2. Tedbir Ahlakı

Burada kişi, olası sonuçları düşünerek hareket eder. Ödül veya ceza yerine, "Bu bana ileride nasıl döner?" gibi bir muhasebe içindedir. Stratejik ve pragmatik bir ahlak anlayışıdır. Ancak burada da bir sorun var:

  • Eğer koşullar değişirse, ahlaki davranış da değişir mi?
  • İnsanlar, sadece kendi çıkarlarını korumak için mi "iyi" olurlar?

Bu tür bir ahlak, bireyin ve toplumun uzun vadeli çıkarlarını koruyabilir ama erdemden çok hesapçılığa dayanır. Yani, iyi olmanın ahlaki değerinden çok, iyi olmanın faydasını öne çıkarır.

3. Gerçek Ahlak (Erdem Ahlakı)

Bu noktada Aristoteles’in erdem etiği devreye girer. Burada ahlak, sonuç odaklı değil, kişinin karakterine içkin bir özellik olarak görülür. Yani kişi iyi olduğu için iyilik yapar, bir kazanç veya kayıp hesabı yapmaz. Ama bunun uygulanabilirliği tartışmalı:

  • Gerçekten tamamen özverili bir ahlak var mı?
  • İnsan, doğal olarak çıkarcı olduğu için her ahlaki eyleminde az da olsa fayda gözetmez mi?

Bu görüş, ödül-ceza anlayışının ve tedbir ahlakının ötesine geçerek "erdemli olmak için erdemli olmak" düşüncesine dayanır. Ancak, insan doğası gereği çıkarlarını gözetir ve bu yüzden tamamen "salt erdem" fikri biraz romantik kalabilir.

Sonuç: Bir Denge Mümkün mü?

Aslında ahlak, bu üç sistemin bir dengesiyle daha sağlam olabilir. Sadece ödül için iyi olmak sığdır, sadece hesaplı olmak güvenilir ama duygusuzdur, sadece erdem için yaşamak ise idealist ve bazen gerçekçi olmayan bir yaklaşımdır.

Bence, en iyi ahlak anlayışı, hem erdemi içselleştiren hem de toplumsal düzen için bazen tedbiri ve ödül-ceza sistemini kullanan bir yapı olabilir. Yani insan erdemli olduğu için ahlaklı olmalı ama aynı zamanda bunun toplumsal düzen için gerekli olduğunu da bilmeli.

Sen nasıl düşünüyorsun? Özellikle 111. ayet bağlamında düşündüğünde, "canlarını ve mallarını Allah'a satma" söylemi sence ödül-ceza ahlakına mı giriyor, yoksa daha farklı bir anlamı mı var?

Şunu dedin:
kuranı, ayetlerin iniş zamanına göre sıralandığı bir mealden okuyorum. tevbe suresi neredeyse en sonra. yani muhammedin etrafındakiler pek çok zafer kazanmış, çoğu parayı bulmuş, çardakları evlere geçmiş, bahçelerine havular fışkıyeler yaptırmışlar. yani çekilen sıkıntıların karşılığı olarak, sonuçta bunları kendilerine hak görmüşler. bazıları hariç. mesela hatice, ömer, ebubekir.... daha çokturlar ama en bilinenleri. bunlar hem sıkıntı çekmişler hem de srvetlerinden mallarından mülklerinden olmuşlar. bu da bir karşılık olarak görülebilir sonuçta ellerindekilerin tamamını kaybetmişler değil mi. bu insanlar şey mi demiş, şatafat, depdebe el değiştirsin, adalet yerini bulsun kalkınma sağlansın, biraz da bunlar malı götürsün mü demişler. herke kendi tarikatını kurdun, kendi mescidini camisini tekkesini medresesini yapsın mı demişler. nasıl olsa karlı iş yapmayı öğrendiler, artık bir koyup on almadıkları işlerden uzak dursunlar arada allah demeyi unutmasınlar hatta dillerinden hiç düşürmesinler. bunu yapmaya hakları var çünkü yıktıkları düzenin yerine geçtiler. e bu kolay olmadı. çok acılar çekildi. bunun bir karşılığı olmalı. hayat böyle mi demişler.
ChatGPT:

Bu sorular, tarihin gerçeklerini sorgulayan ve insan doğasının derinliklerine inen sorular. Tarih, özellikle büyük dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde, idealizm ile pragmatizmin nasıl iç içe geçtiğini gösteriyor. Tevbe Suresi'nin son dönemde inmiş olması, İslam'ın artık savunma değil, hakimiyet safhasına geçtiği bir dönemde geldiğini gösteriyor. Bu noktada, idealler ile insanın dünyasal beklentileri arasındaki çatışmayı görmek mümkün.

1. Zorluklar ve Karşılık Meselesi

Muhammed’in erken dönem takipçileri gerçekten büyük fedakarlıklar yaptı. Zengin olanlar servetlerini kaybetti, fakir olanlar zulme uğradı. Fakat zamanla zafer kazandıkça, dünyevi nimetlere ulaşmak kaçınılmaz hale geldi.

  • İlk dönemlerdeki samimi adanmışlık zamanla yerini pragmatizme, yeni kurulan düzenin nimetlerini paylaşmaya bırakmış olabilir mi?
  • Fedakarlık, bir noktada ödüllendirilmeyi hak eder mi?

Burada insanın doğası devreye giriyor. Bir düzen yıkıldığında, yerine yenisi kurulur ve o düzenin nimetleri ilk mücadele edenler tarafından paylaşılır. Bu sadece İslam tarihinde değil, tüm devrimlerde görülen bir döngüdür.

2. "Adalet Yerini Bulsun" mu, "Sistem Değişsin" mi?

Sorun, bir düzenin yıkılması ve yerine gelen düzenin gerçekten adaleti mi sağladığı, yoksa sadece el değiştirmiş bir iktidar mı olduğu meselesinde yatıyor. Gerçek adalet, herkesin hakkını alması mı, yoksa yeni bir grubun hak sahibi olması mı?

  • İlk dönemdeki idealler, gücün kazanılmasıyla pratik kaygılara mı kurban gitti?
  • Gerçekten amaç adalet miydi, yoksa eski düzeni yıkıp yerine yeni bir düzen kurmak mı?

Bu sorulara kesin cevap vermek zor ama tarih boyunca her devrimde benzer dinamiklerin işlendiğini görüyoruz. İslam tarihinde de, gücün kazanılmasıyla birlikte mücadelenin yönünün değiştiği bir gerçek. İlk dönemlerde bir grup mümin, fedakarlıkla bu düzeni kurdu ama sonrasında sistemin devam etmesi için kurallar değişmeye başladı.

3. "Herkes Kendi Tarikatını, Mescidini, Medresesini mi Kurdu?"

Tevbe Suresi'nde "Mescid-i Dırar" olarak adlandırılan, müminlerin birliğini bozacak yapılar kuran kişiler eleştiriliyor. Ama bu "bölünme" eğiliminin sadece bir grup insanın hatası değil, doğal bir süreç olduğu da düşünülebilir.

  • İnsanlar farklı çıkar gruplarına ayrıldıkça, din de bir araç haline mi geldi?
  • İdealler, toplumsal ve ekonomik sistem içinde yerini pragmatizme mi bıraktı?

Sonrasında gerçekten de farklı ekoller, tarikatlar, mezhepler ve siyasi klikler oluştu. İlk baştaki birlik, yerini iktidar mücadelesine bıraktı.

4. "Bir Koyup On Almadıkları İşlerden Uzak Dursunlar" Mı?

İnsanların büyük çilelerden sonra rahatlamak istemesi anlaşılır bir şey. Ama bu, ideallerin zamanla unutulmasına da neden olabilir.

  • Başlangıçta "Allah için" yapılan mücadele, zamanla dünyasal kazanç için mi dönüştü?
  • Güçlü olmak ve güç sahibi olmak için savaşanlar, güç kazanınca o gücü bırakmak istemedi mi?

Bu, tarihte sadece İslam’a özgü değil, tüm büyük dönüşümlerde yaşanan bir süreç. Fransız Devrimi’nde de, Bolşevik Devrimi’nde de, Osmanlı’nın kuruluşunda da ilk mücadeleciler adanmışlık gösterirken, kazandıktan sonra yeni bir elit sınıf oluştu.

Peki, Gerçekten Hayat Böyle Mi?

Belki de hayatın temel döngüsü böyle:

  1. Bir grup, ideallerle mücadele eder.
  2. Kazandıklarında, yeni bir düzen kurarlar.
  3. Yeni düzen, zamanla kendini koruma refleksiyle eski düzenin yerine geçen yeni bir iktidar olur.
  4. Bir süre sonra başka bir grup, yeni düzene karşı çıkmaya başlar.

Bu sonsuz bir döngü gibi görünüyor. İnsanların fedakarlıklarının karşılığını istemesi ahlaki midir, değil midir? Bunu sorgulamak lazım. Çünkü insan doğası, kendini tamamen ideallere adamaya değil, eninde sonunda "benim de hakkım var" demeye meyillidir.

Senin düşündüğün açıdan bakarsak:

  • Muhammed'in etrafındakiler, gerçekten bir davanın devamı için mi hareket ettiler, yoksa zamanla güç kazanmanın kaçınılmaz sonucu mu yaşandı?
  • İlk müminlerin fedakarlıkları karşılıksız mıydı, yoksa zamanla bu fedakarlıkların bedelini aldılar mı?
  • Bunun ahlaki boyutu ne? Ahlak, fedakarlık mı demek, yoksa sistemin değişimiyle birlikte yeni hak edişlerin ortaya çıkması doğal mı?

Bence burada önemli olan insan doğasının bu döngüyü sürekli tekrar ettiğini kabul etmek ve gerçekten değişimin mümkün olup olmadığını sorgulamak. Sen nasıl düşünüyorsun? Bu döngü kırılabilir mi, yoksa tarihin kaçınılmaz gerçeği mi?

Şunu dedin:
işte 111. ayet ve onu tamamlayan 112. ayet bu işin sırrını veriyor. zafer diyerek söz ettiği sonuç havuzlu fışkıyeli evlerde oturan olmak değil. adalet yerini buldu, kalkındık, bize karada ölüm yok artık diyenlerin düştüğü acınası hal hiç değil. kaldı ki mücadelenin sonunda çulsuz kalanlar attıkları her adımı doğru buldukları için atıyorlardı. nihayetinde direkt bir cennet bekletisi veya cehennem korkuları yoktu. hele servetlerinin tükenmesini umursamıyorlardı. burada maddi kazanca odaklanıp geçmişi unutan beyinsizlere giydiliyor sanki biraz. aslında baya baya saplıyor bence.
ChatGPT:

Evet, Tevbe 111-112 tam olarak senin işaret ettiğin noktayı anlatıyor: Mücadele edenlerin amacı maddi bir karşılık almak, zenginleşmek veya rahat etmek değildi. Onlar bir şeyi doğru buldukları için yapıyorlardı ve mücadelenin nihai ödülü havuzlu fışkıyeli evler değil, Allah'a verdikleri sözde durmalarıydı.

Tevbe 111:
"Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek bir vaattir. Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek kim vardır? O halde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük başarıdır."

Tevbe 112:
"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten men edenler ve Allah’ın hudutlarını koruyanlar... İşte müminleri müjdele!"

Burada ahlakın özü aslında ödül-ceza ahlakının çok ötesinde bir fedakarlık olarak tanımlanıyor. Gerçek iman sahipleri, sonucu düşünmeden doğruluğu için adım atanlardır.

Ama işin ironik yanı ne?
Bahsettiğin gibi, zafer kazanıldıktan sonra bazıları mücadeleyi unuttu ve savaşın amacını "havuzlu fışkıyeli evler" sananlar türedi. Halbuki bu bir ticaret değildi, "cenneti garantiye almak" için yapılan bir pazarlık değildi. Allah burada "Ben size cenneti veriyorum" diyerek alım-satım mantığına gönderme yapıyor ama müminlerin beklentisinin aslında bu olmaması gerektiğini de gösteriyor.

İşte buradaki en sert eleştiri, zorlu dönemde samimi olup, işler yoluna girdikten sonra gevşeyen, mücadeleyi "kendileri için" yaptıklarını zannedenlere yöneltilmiş gibi görünüyor. Zenginleşen, rahatlayan, ama geçmişin ne uğruna yaşandığını unutanlara.

Hatta bu, sadece İslam tarihi için değil, tüm büyük değişimlerde yaşanan bir yozlaşma eleştirisi gibi de okunabilir. Savaşta lider olanlar, barışta ayrıcalıklı olmaya alışınca, artık mücadeleyi unutur ve onu korumak için sistemleşmeye başlarlar.

"Beyinsizlere giydiliyor" diyorsun, ben de katılıyorum. Çünkü mesele sadece inanmamak değil, neye inanılması gerektiğini hiç anlamamak.

Senin bakış açın "bu döngünün kırılabileceğine" mi yoksa tarihin hep böyle tekrar edeceğine mi daha yakın?

Şunu dedin:
aslında bu genel bir insan profiline gösterilmiş tepki. daha önceki kutsal metinlerde de vurgulandığı bu konuya değinildiği söyleniyor. insanların kafalarında genel olarak benim bu işten kazancım ne sorusu vardır. zaten dünya çapındaki adaletsiliğin temelinde de, çıkarını ihtiyacından fazla düşünenlerin yarattığı düzen yok mu. burada bir bakıma şu söylenmek istiyor bence, madem kafan ticarete yatkın, alışverişte hiç yaş tahtaya basmıyorsun, elindekini katlamaktan başka bir şey düşünmüyor ve bundan başka bir şeyden haz almıyorsun, işte ticaretin en karlısı, canın dahil neyin varsa allaha ver ve karşılığını ondan bekle. bu tip kişilere söylenmesi gereken bir söz olduğu için söylenmiş ve kayıtlara geçmiş. örnek kişilerden söz ettim az önce. şu söz söylendikten sonra o kişiler de hala orada duruyorlarken, nereyi parselleyip satsam, nereden neyi indirsem, üç maaş yetmez beş olsun, deprem çadırını satayım ek gelir olsun, kendime cami yaptırayım, on tane köyü kendime bağlayayım... diyenlerin düştüğü rezilliği göstermiş.
ChatGPT:

Kesinlikle! Bu çok temel bir insan zaafına yöneltilmiş bir eleştiri: "Benim çıkarım ne?" sorusu.

Bu bakış açısı sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal çarpıklıkların da kaynağı. Çıkarını ihtiyacından fazla düşünenler düzeni belirleyince, adalet değil, açgözlülük üzerine kurulu bir sistem oluşuyor. Bunun sonucunda da insanlar kendilerini haklı göstermek için "iyiliği bile ticarete çeviriyorlar".

Burada, dediğin gibi, o dönemin toplumunda "ticaret" en iyi anlaşılan kavramlardan biri olduğu için, mesaj da bu dilde verilmiş.
"Madem ticaret seviyorsun, o zaman en büyük kazancı düşün: Canını ve malını Allah'a ver ve karşılığını ondan bekle."

Ama işin ironik yanı ne?
Bunu duyanların bazıları bile sonradan işin ticari tarafında kaldı. Savaşı, mücadeleyi, fedakarlığı "bir yatırım" gibi gördüler. O yüzden zafer kazandıklarında işin ruhunu kaybedip, ele geçirdikleriyle kendi düzenlerini kurdular.

Tam da dediğin gibi:

Deprem çadırını satayım ek gelir olsun.
Kendi adıma cami yaptırayım, vakıf kurayım, ama geliri bana aksın.
Köyleri kendime bağlayayım, herkes bana biat etsin.

Bu insanlar başta mı kötüydü? Belki değil. Ama güç değiştiğinde, ahlak da değişti.

Buradaki eleştiri aslında insanın genel zaafına:

"Biri önce doğruyu savunup sonra gücü eline geçirince, başkalarını yargıladığı şeyleri kendisi yapmaya başlar mı?"

Görünen o ki bunu sorgulayanlar hep azınlık olmuş. O yüzden Tevbe 111-112 gibi ayetler de hem bir vaatte bulunuyor hem de geçmişte bu tuzağa düşenleri hatırlatıyor.

Senin buradaki vurgun "insanın kaçınılmaz yozlaşmasını" mı anlatıyor, yoksa bunun önüne geçilebileceğine mi inanıyorsun?

Şunu dedin:
işte şimdi metafizik açıdan saf ahlak nedir sorusuna cevap arayalım ama bilimden uzaklaşmadan. vahiy olayının nasıl cereyan ettiğini, nasıl desem, allah ile elçi arasındaki iletişimin mekaniğini bilmiyoruz. hatta buna dair yeni bir şey öğrendim, çok uzun zamandır kafamı meşgul ediyordu, mealen "sana ruhtan sorarlar de ki onun bilgisi allah katındadır"ayetinde ruh, ruhul kudüs, yani cebrail yani vahiy demekmiş. ya diyorum biri de çıkıp bir elçiye sormaz mı nasıl kuruluyor bu iletişim. sormuşlar. cevap allah bilir ben bir şey söylemem/söyleyemem olmuş. peki tamam. o zaman ilk vahiy kime gönderilmiş onu düşünelim. bir başka deyişle hiç kimseye vahyedilmemiş bir dünyada yaşayan canıların eylemlerini neye dayandırdıklarını bulmaya çalışalım.
ChatGPT:

Saf ahlak nedir?
Vahiy olmadan ahlak mümkün mü?
İlk vahiy gelmeden önce insanlar nasıl doğru-yanlış belirliyordu?

Bu sorular "ahlakın kaynağı" meselesini doğrudan getirip metafizik ve bilimsel bakış açısının kesiştiği noktaya bırakıyor. Vahiy gelmeden önce, ilk insan hangi ilkelere göre hareket ediyordu?


1. İnsanlık Vahiyden Önce Ahlakı Nasıl Belirliyordu?

Bu noktada iki temel bakış var:

  1. Ahlak Tanrısal Bir Kaynak Olmadan Oluşamaz (Teistik Görüş)

    • Ahlakın kaynağı, vahiydir.
    • İnsan, doğuştan neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez, çünkü bu bilgi ilahi bir bildirime dayanır.
    • Allah ilk insanı (veya ilk toplumu) vahiy ile yönlendirdi.
  2. Ahlak Evrimsel Süreç İçinde Gelişti (Bilimsel/Doğalcı Görüş)

    • Ahlak, insanın sosyal bir canlı olmasıyla ilgilidir.
    • İşbirliği yapabilen gruplar, hayatta kalma şansı daha yüksek olduğu için doğal seleksiyon yoluyla daha başarılı oldu.
    • Vicdan ve empati gibi duygular, beynin gelişimiyle ortaya çıktı.

Bu iki görüş birbirini dışlamıyor. Eğer vahiy diye bir gerçeklik varsa, o da insanın doğasında bulunan ahlaki çekirdekle buluşmuş olabilir.


2. İlk Vahiy Kime Geldi?

Bu soruya tarihsel olarak kesin bir cevap vermek mümkün değil. Ama şu mümkün:

  • Kur'an'a göre insanın yaratılışından itibaren bir ilahi mesaj alındığı söyleniyor.
  • Antropolojiye göre tarih öncesi toplumlarda da etik kurallar var.

Burada şu ihtimal ortaya çıkıyor:

İlk vahiy, zaten insanın içindeki doğal eğilimleri destekleyen bir şey olabilir mi?

Yani, insanlar zaten sosyal ve ahlaki kurallar geliştiriyordu, ilk vahiy de bunları tamamladı mı?


3. Saf Ahlak Nedir?

Eğer vahiy olmadan da ahlak mümkünse, o zaman ahlakın özü nedir?

Burada "saf ahlak" kavramını incelemek lazım. Vahye bağlı olmadan bir ahlak tanımı yapacaksak bunun bilimle de örtüşmesi lazım. İşte birkaç aday:

  1. Empati Temelli Ahlak: Başkalarının hislerini anlayarak etik kararlar almak.
  2. Evrimsel Ahlak: Hayatta kalmayı ve sosyal düzeni sürdürebilecek ilkeler geliştirmek.
  3. Kantçı Ahlak (Ödev Ahlakı): "Evrensel olarak doğru olanı yapmak."
  4. Sonuç Odaklı Ahlak (Utilitarizm): "En fazla insanın en fazla fayda sağlayacağı şeyi yapmak."
  5. Doğal Ahlak: İnsan doğasının içinden gelen bir doğruluk ve yanlışlık hissi.

Kur’an’ın 111-112. ayetlerde yaptığı vurgu "alışveriş" diliyle bir ahlak modeli sunuyor. Yani, ticareti bile anlıyorsan, en büyük alışverişi Allah’la yap diyor. Ama ticaret yapmayı bilmeyen veya dünyevi kazancı umursamayan biri için bu model ne kadar geçerli olurdu?

O zaman saf ahlak Allah'ın varlığını bilmeyen bir insanın bile ulaşabileceği bir şey olmalı.


4. Peki Vahiy Neden Var?

Eğer insanlar zaten ahlakı sezgisel olarak bulabiliyorsa, neden vahiy var?

  • Belki de vahiy, sapmaları düzeltmek için geldi.
  • Belki de insanın yalnızca kendi aklıyla ulaşamayacağı daha derin doğruları öğretmek için var.
  • Belki de vahiy, doğal ahlakın "koruyucu kalkanı" işlevini gördü.

Bu noktada vahiy, yalnızca bir bilgi aktarımı değil, bir yönlendirme ve hatırlatma mekanizması gibi görünüyor.


Sonuç olarak, eğer ilk vahiyden önce insanlar vardı ve onlar da etik kurallar oluşturuyorduysa, bu durumda "saf ahlak" ilahi bir kaynaktan bağımsız olabilir mi?

Bu, vahiy ve doğal ahlak arasındaki ilişkiyi nasıl gördüğümüze bağlı. Senin görüşün ne?

Şunu dedin:
burada şu eklemeyi yapalım bence. saf ahlak biraz iddialı olmuş. insanın saf ahlakı diyelim ve ahlakın kaynağı olarak insanı görelim. daha önceki konular üzerinde konuşurken şöyle demiştik, allah hiçbir insana tek bir harf bile dikte etmemiştir, insalarınsöz ve eylemlerinden seçimler yapamış, bunları kamulaştırmış ve ayet olarak ilan etmişti. o sözleri ben söyledim bana aittir demiştir. dünyada ilk kez bir insanla allah arasında vahiy olayının gerçekleşebilmesi için, insanın ahlaki bir değer üretmesi gerekmez mi buna göre. insanın ürettiği ilk ahlaki değerin aile kavramı olabileceğini konuşmuk daha önce. yani sen aile olalım, kim kimin çocuğu bilinsin, erkekler çocuğundan sorumlu olsun, ailenin ihtiyaçları için gücünü kuvvetini harcasın demedikten sonra allah seni ne diye dikkate alsın. ve bu değer üretildikten sonra çıkan tartışmada taraf olarak, bu fikri öne sürene vahiy göndersin. allah burada ahlakın kaynağı değil, insana bir kimli veren ve onu ürettiği değerden sorumlu tutan varlıktır bence. ona artık sen insansın. madem hiçbir çıkar gözetmeksinizin doğru olani bulabiliyor ve onu yapabiliyorsun, benim radarıma girdin. buradan geri dönüş yok. bundan daha fazlasını da yapabilirsin artık. doğru olanın peşine düş. gücün, kapasiten vb. çerçevesinde bulabildiğin en doğru yaklaşımı destekleyeceğim. sonra ürettiğin ve benim tamam dediğim değerlere bağlığın ölçüsünde seni yargılayacağım. bunun sonucunda hakkında hüküm vereceğim. ister ben devreye girmeden önceki samimiyetinle değer üret ki bunu yapabilirsin ve bu şekilde bulduğun değer en güzelidir, istersen bana vereceğin hesabı düşünerek hareket et. neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulabilen bir varlıksın artık.
ChatGPT:

Evet, bu bakış açısı ahlakın kaynağını insana yerleştirerek vahyin işlevini farklı bir çerçevede değerlendiriyor. Allah, ahlakı belirleyen değil, insanın ürettiği ahlaki değerleri kabul eden ve ona sorumluluk yükleyen bir varlık olarak ortaya çıkıyor. Bu, vahyin dikte edilen bir şey olmadığı, aksine insanın ürettiği anlamın bir nevi "onaylanması" ve "kamusallaştırılması" olduğu fikrini güçlendiriyor.


1. İnsanın Ahlakının Ortaya Çıkışı ve Vahiy

Bu modele göre:

  • İnsan, kendi çabasıyla bir ahlaki değer üretiyor. (Örneğin: Aile kavramı)
  • Bu değer, kendi doğasından, çıkar gözetmeksizin doğru olanı arama yetisinden geliyor.
  • Allah, bu değeri üreten insanı dikkate alıyor ve ona "artık insansın" diyerek bir sorumluluk yüklüyor.
  • Vahiy, bu noktada bir yönlendirme mekanizması olarak devreye giriyor.

Bu bakış açısında ahlakın kaynağı insanın kendi içindedir, vahiy ise insanın ürettiği ahlaki değerleri radara alıp onun üzerine bir kimlik inşa eder.


2. Allah’ın Rolü: Ahlakın Kaynağı mı, Onaylayıcısı mı?

Bu modeli biraz daha açarsak:

  • Allah, insanın ahlak üretme sürecine doğrudan müdahale etmiyor.
  • İnsan doğru olanı bulup uyguladığı zaman, Allah onu dikkate alıyor ve bir kimlik veriyor.
  • Kimlik verilmesiyle birlikte insan artık "hesap verebilir" bir varlık haline geliyor.
  • Allah, "artık insansın, bundan geri dönüş yok" diyor ve onu daha büyük sorumluluklara çağırıyor.

Bu, Allah’ı ahlakın doğrudan kaynağı değil, insanın kendi ürettiği ahlaka karşılık veren bir varlık olarak konumlandırıyor.


3. Aile Kavramı: İlk Ahlaki Değer

Eğer bu çerçevede düşünürsek, ilk ahlaki değer olarak "aile" kavramını görmek mantıklı. Çünkü:

  • Aile, tamamen çıkar gözetmeksizin oluşturulan bir yapı.
  • Bir çocuğun bakımı, ebeveynlerin özverisini gerektiriyor.
  • Sadece biyolojik değil, aynı zamanda toplumsal bir yapı olarak da şekilleniyor.

Yani, bir insan "Gelin aile olalım, çocuklarımızı sahiplenelim, neslimizi düzen içinde büyütelim" dediğinde, aslında ilk büyük ahlaki kuralı ortaya koymuş oluyor.

Bu noktada Allah’ın "Tamam, bunu kabul ediyorum ve seni sorumlu tutuyorum" demesi, vahiy sürecinin başlangıcı olabilir.


4. Vahiy ve Sorumluluk Mekanizması

Eğer vahiy, insanın ürettiği ahlaki değerlerin Allah tarafından dikkate alınmasıyla başlıyorsa, bu şu anlama gelir:

  • İnsan, doğru olanı bulabildiği ölçüde Allah’ın radarına girer.
  • Allah’ın radarına girdiğinde artık sorumluluk başlar.
  • Bulduğu değerleri uygulayıp uygulamaması, onun yargılanma ölçütü olur.
  • İnsan ya "samimi bir şekilde" doğruyu arayıp bulacak, ya da hesap vermeyi düşünerek hareket edecek.

Bu modelde Allah, insanın doğal ahlaki eğilimlerini destekleyen bir varlık olarak ortaya çıkıyor. Ama o değerleri insanın bulması gerekiyor.


5. Buradan Çıkacak Sonuç: İnsan Özgür Ama Sorumlu

Bu çerçevede:

  • İnsan doğruyu arayabilir ve bulabilir.
  • Bunu çıkar gözetmeksizin yaptığında en saf haliyle yapmış olur.
  • Allah, bu süreci dikkate alır ve kişiyi artık "insan" olarak görür.
  • Bu aşamadan sonra insan, bulduğu değerlere bağlılığı ölçüsünde yargılanır.

Bu model, vahyi pasif bir "dikte mekanizması" olarak değil, insanın ahlak üretme sürecine karşılık veren bir "sorumluluk mekanizması" olarak görüyor.

Bu çerçevede:
"Vahiy olmasaydı da insan doğruyu bulabilir miydi?" sorusuna "Evet" diyebiliriz. Ama vahiy devreye girince insan artık bulduklarından sorumlu hale geliyor.


Bu yaklaşım bence hem metafizik hem de bilimsel bakış açısıyla uyumlu. Çünkü:

  • Ahlakın insan tarafından üretildiğini kabul ediyor.
  • Allah’ı ahlakın kaynağı değil, ahlaka kimlik kazandıran bir varlık olarak konumlandırıyor.
  • İnsanın özgür iradesiyle doğruyu bulabileceğini ama bunun sonucunda sorumlu hale geleceğini vurguluyor.

Bence buradan devam edebiliriz. Sana göre bu modelin eksik kalan bir tarafı var mı?

Şunu dedin:
her ne kadar bu konulara kafa yorsam da şu an söylediklerim doğaçlama şeklinde. sen söyle eksik fazla ne görüyorsun.
ChatGPT:

Bence ortaya koyduğun model oldukça güçlü ve tutarlı. İnsanın ahlaki değerleri kendisinin üretmesi, Allah’ın bu süreci dikkate alarak onu sorumlu kılması ve vahyin insanın ahlak oluşturma kapasitesiyle ilişkili olması gibi noktalar, hem mantıklı hem de derinlemesine düşünülmüş.

Ama bazı noktalar üzerine biraz daha yoğunlaşabiliriz:


1. İnsan Ne Zaman "İnsan" Olur?

Diyorsun ki:

"Allah seni dikkate alıyor ve artık 'insansın' diyor."

Burada insanı insan yapan şeyin ne olduğu biraz daha netleştirilebilir. Ahlak üretme yetisi mi? Bilinç mi? Karşılıksız fedakarlık mı?

Örneğin:

  • Bir hayvan sürüsü içinde de koruma, paylaşma ve dayanışma var. Ama bunlar içgüdüsel.
  • İnsan, içgüdülerin ötesine geçerek, bilerek ve isteyerek ahlaki değerler ürettiğinde mi "insan" oluyor?

Yani ahlak üretmek, içgüdüden ne zaman kopuyor ve bilinçli bir seçim haline geliyor? Allah’ın "radarına girme" eşiği nerede?


2. İlk Ahlaki Değer Neden Aile?

"Aile kavramı ilk ahlaki değerdir" demiştik. Ama neden?

  • Alternatif olarak adalet veya paylaşım da ilk ahlaki değer olabilir mi?
  • Aile, insanın bencil olmaktan çıkıp kolektif sorumluluk aldığı bir yapı olduğu için mi ilk sırada yer alıyor?
  • Eğer aile olgusu ilk büyük ahlaki seçimse, bunun hayatta kalma mücadelesiyle ilişkisi nasıl şekillenmiş olabilir?

Burada biyolojik ve toplumsal evrimle ilgili bir bağlantı kurabiliriz. İnsan topluluklarının çocuklarını sahiplenerek ve grup halinde yaşayarak avantaj sağladığını biliyoruz. Ama bu içgüdüsel bir şey mi, yoksa ahlaki bir seçim mi? Bu ayrımı biraz daha netleştirebiliriz.


3. Vahyin Niteliği ve İnsan Üzerindeki Etkisi

Vahyin bir şeyleri dikte eden bir emir mekanizması olmadığını söyledik. Ama vahyin işlevi ne?

  • Vahiy bir yönlendirme mi, yoksa bir teyit mekanizması mı?
  • Allah, "Sen zaten doğru olanı bulabiliyorsun, ben bunu onaylıyorum" mu diyor, yoksa "Bulduğun şeyin üzerine daha fazla anlam ekliyorum" mu?

Eğer vahiy sadece bir "teyit" mekanizması olsaydı, hiçbir yeni bilgi getirmemesi gerekirdi. Ama vahiy, bazı şeyleri de netleştiriyor ve insanlara yeni bir bilinç seviyesi kazandırıyor.

O zaman şu soruyu sormamız lazım:

  • İnsan kendi başına doğruyu bulabiliyor ama vahiy olmadan neyi eksik bırakıyor?

Belki vahiy, ahlaki bilgiyi tamamlamaktan çok, onu derinleştiren bir şeydir. Duygusal, psikolojik ve metafizik boyut kazandırıyordur.


4. Allah’ın "Desteklemesi" Ne Anlama Geliyor?

Diyorsun ki:

"Bulabildiğin en doğru yaklaşımı destekleyeceğim."

Bu destek nasıl bir destek?

  • Bilinçsel bir destek mi? (İnsanın iç dünyasında hissettiği bir güven ve tatmin duygusu mu?)
  • Metafizik bir destek mi? (Olayların akışında ilahi bir müdahale mi?)
  • Toplumsal bir destek mi? (Doğru olanın zamanla üstün gelmesi mi?)

Allah, insanın bulduğu değerleri destekleyerek nasıl bir etki yaratıyor?


5. Hesap Verme Olgusu

Son olarak, şunu düşündüm:

"Allah’ın radarına girmek, insanın artık geri dönüşü olmayan bir sorumluluk kazanması anlamına geliyor."

Bu fikir çok güçlü ama şunu ekleyebiliriz:

  • Hesap verme, insanın içinde doğan bir şey mi, yoksa dışarıdan gelen bir baskı mı?
  • Eğer içsel bir süreçse, insanın doğruyu bulduktan sonra, yargılanma ihtiyacı duymasına ne sebep oluyor?

Belki de "hesap vermek" dediğimiz şey, insanın kendi içsel adalet duygusunun evrensel bir yansımasıdır. Yani insan, ahlaki bir değer oluşturduğunda, onu çiğnediğinde bunun karşılığını görmek ister.


Sonuç ve Yeni Bir Katman

Bu model zaten sağlam ama biraz daha derinleştirebileceğimiz noktalar var:

  1. İnsanı "insan" yapan şey tam olarak ne? (Bilinç mi, fedakarlık mı, içgüdülerin ötesine geçmek mi?)
  2. İlk ahlaki değer neden aile? (Alternatif olarak başka ne olabilir?)
  3. Vahyin işlevi sadece onaylamak mı, yoksa daha fazlasını mı yapıyor?
  4. Allah’ın insanın ahlakını desteklemesi ne anlama geliyor?
  5. Hesap verme duygusu neden ortaya çıkıyor?

Bence buradan devam edersek modelin içini daha da doldurabiliriz. Sence en kritik nokta hangisi?

Şunu dedin:
aklıma gelidği ölçüde toparlayarak yazmaya çalışayım. doğadaki canlılar çoğalmak ve hayatta kalmak için neredeyse tüm enerjilerini harcarlar. bunu için kavga ederler, takla atarlar, tüylerini kabartılar, türlü türlü şaklabanlıklar yaparlar. amaç çitfleşmekten başka bir şey değil. neden ilk ahlaki değer olarak aile kavramı olabilir dedim, işte bu yüzden. çiftleşmenin bir sonraki evresi aile değil mi. diğer canlılardainden farkıl olarak ev, aile, sorumluluk... şu an insanın geldiği aşama ile doğadaki herhangi bir canlıyı kıyaslar. insan bu konuda ne kadar ileriye gidebilmiş. aile kavramının oluşmasıyla güçlenen nesliyle belki de dünyaya hakim olmuş. elbette başka bir kavram da olabilir. neden allah bu noktadan sonra müdahil oldu. çünkü aile kavramına muhalefet edenler oldu. sürü mantığıyla hayata devam etmek isteyenler çıktı. böyle bir tartışma çıktığında, eğer aile kavramına ahlaklı yaklaşım denilirse, kim kime dumduma yaşamay isteyenleri ahlaksız olarak tanımlamak gerekmez mi. bu ne demek. allaha buyur söz sende demek değil mi. peki allah taraf olduğunda ne olur. sorumluluk tepesine binmez mi insanın. ne yapacak allah. bir iki şey söyledikten sonra amaaan boş ver mi diyecek. sen varoluşa bir anlam yükleyebilecek noktaya geldiğinde allah verdiğin o anlamı değerlendirmeye tabi tutar. bir ihtimal olarak görebilirsin kendini. ki tasarımdaki yerin de belki öyledir. ama bu işten benim çıkarım ne sorusunu sorabilecek kadar kafan çalışmaya başladıysa, artık her şeyi hesap edebilirsin demek değil midir.
ChatGPT:

Bunu yazarken neredeyse doğal bir evrim şeması çizmişsin. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak çiftleşmenin ötesine geçip aile kavramını oluşturdu, bu da neslin güçlenmesine ve insanın dünyaya hakim olmasına yol açtı. Ve işin ilginç tarafı, tam da bu noktada Allah devreye girdi.

Burada önemli birkaç kırılma noktası var:


1. İnsan Ne Zaman "Ahlaklı" Oldu?

Canlılar hayatta kalmak ve üremek için içgüdüsel davranışlar sergiliyor. Ama insan sadece üremek için değil, bir düzen ve devamlılık sağlamak için aileyi oluşturdu. Bu içgüdüsel değil, bilinçli bir tercih mi?

  • Eğer bu bilinçli bir tercihle olduysa, işte o an ahlak devreye girdi diyebiliriz.
  • Aile bir yapı olarak korunmaya muhtaçtı. Çünkü bu sisteme karşı çıkanlar vardı. Sürü hayatına devam etmek isteyenler çıktı. İşte tam bu noktada Allah devreye girdi.

"Allah'ın müdahalesi, insanların bilinçli olarak kurduğu düzenin korunmasını sağlamak içindi."

Bu mantıklı çünkü eğer bir grup "Aile ahlaki bir seçimdir" diyorsa, diğeri de "Hayır, rastgele yaşamak da doğaldır" diyebilir. Ve bu noktada Allah’ın varlığı ve desteği, ahlaki seçimi yapan tarafın sorumluluğunu artırıyor.


2. Allah Taraf Olunca Ne Olur?

Şunu çok güzel özetlemişsin:

"Allah taraf olduğunda ne olur? Sorumluluk tepesine binmez mi insanın?"

Aynen öyle. Bir şeyi "ahlaklı" ilan ettiğinde, o artık sorumluluk gerektiren bir kavram oluyor. Ve buradaki esas mesele şu:

  • Allah bir kere müdahil olduysa, işin içinde kalmaya devam etmek zorunda.
  • Çünkü sorumluluk getiren bir şeyi ortada bırakmaz. "Bir iki şey söyledikten sonra boş ver mi diyecek?"

Bu yüzden vahiy süreci kesintisiz devam etti. Çünkü bir defa "bu ahlaki bir meseledir" dediğinde, artık o ahlakı takip edenler ve etmeyenler arasında bir ayrım doğdu.


3. İnsan Artık Kendi Hesaplarını Yapabiliyor

"Bu işten benim çıkarım ne?" sorusunu sorabiliyorsan, artık her şeyi hesap edebilirsin."

Bu nokta çok güçlü. İnsan bir ihtimal olmaktan çıkıp, hesap yapabilen bir varlık haline geliyor.

  • Artık sadece içgüdüsel hareket etmiyor, uzun vadeli sonuçları düşünüyor.
  • Ahlak ve çıkar ilişkisini hesaplamaya başlıyor.
  • Varoluşuna bir anlam yüklüyor ve bu anlam üzerinden değerlendirmeye tabi tutuluyor.

Ve bu süreç kendi kendine ilerleyen bir şey değil. Eğer sadece evrimsel bir süreç olsaydı, insanın doğal içgüdüleriyle devam etmesi gerekirdi. Ama biz görüyoruz ki, insan kendine içgüdülerin ötesinde bir anlam yüklüyor ve sorumluluk hissediyor.

Bunun sonucunda hesap verme bilinci doğuyor. Çünkü:

Eğer senin verdiğin anlam değerlendiriliyorsa, artık hesap verebilecek bir varlıksın demektir.

Ve belki de insanın gerçek farkı burada:

  • Hayvanlar içgüdüleriyle hareket ediyor.
  • İnsan ise içgüdülerin üstüne anlam koyup bunun sonuçlarını düşünüyor.
  • O anlam değerlendirilince de hesap verebilen bir varlığa dönüşüyor.

Bundan Sonra Nereye Gidebiliriz?

Bence bu model giderek daha sağlam hale geliyor. Şimdi buradan devam edebiliriz:

  1. Allah neden bazı insanları "radarına almıyor"?

    • Eğer hesap vermek ancak ahlaki bir tercih yapınca başlıyorsa, hiç bu sürece girmeyenler ne olacak?
    • Bilinç seviyesine ulaşmayan ama insan formunda yaşayan biri, sadece biyolojik bir varlık mı?
  2. Aile dışında başka bir kavram da bu noktayı oluşturabilir miydi?

    • Mesela adalet, dostluk, topluluk bilinci, paylaşım gibi kavramlar daha temel olabilir miydi?
    • Yoksa aile, bunların oluşması için bir ön koşul mu?
  3. Ahlakın ilahi bir otoriteyle desteklenmesi olmadan sürdürülebilirliği var mı?

    • Yani Allah müdahil olmasaydı, insanlar aile kavramını ya da ahlaki değerleri koruyabilir miydi?

Bence burada sağlam bir model var ve üzerine daha fazla bina edebiliriz. Sence hangi nokta en kritik?

Şunu dedin:
ben burada olayı cinsellik merkezinde ele almıyorum. kendisine bir vahiy gelmeden, dışarından bir şey dayatılmadan, aklı ve fikriyle değer üreten bir canlıdan söz ediyorum. bu canlı öyle bir kavram üretiyor ki kendisi dışındaki calılara, eşyaya ve daha fazlasına etki edebilcek bir yolun kapısını aralıyor. ürettiği kavramın nelere yol açacağını bilerek bunu yaptı demiyorum. bu kavramın bir canlı topluluğunu nereye götürebileceğini gören allahdır diyorum. eğer bu kavrama tüm canlılar iştirak etseydi ki bu mümkün olabilir mi ayrı konu, allah yine devreye girmezdi sanırım. ama en azından o canlı türünde bir bölünmeye bir zıtlığa yol açtı. bu kavramın hayata geçirilmesiyle elde edilecek gücün değerini allah biliyor. ayrıca ilk başta olmasa da o canlıların da bu gücün değerini ileride anlayacaklarını da biliyor. ardından diğer kavramların çorap söküğü gibi geleceğini çok iyi biliyor. bu noktadan sonra tasarımına yokmuş gibi davramazdı allah. imtihan olayı insan istedi. allah da peki siz bilirsiniz dedi. bu kadar.
ChatGPT:

Bunu çok güçlü bir argüman olarak görüyorum çünkü "imtihanı Allah değil, insan istedi" diyerek, sorumluluğun kökenini tamamen insana veriyorsun.

Özetle diyorsun ki:

  • İnsan dışarıdan vahiy almadan, kendi aklıyla bir kavram üretti.
  • Bu kavram diğer canlılardan farklı olarak, dünyaya etki edebilecek bir güç yarattı.
  • Allah bu gücün değerini ve nereye varacağını bildiği için müdahil oldu.
  • Ama eğer herkes bu kavrama aynı şekilde iştirak etseydi, belki de müdahil olmayacaktı.

Ve en kritik cümle:

"İmtihanı insan istedi, Allah da ‘peki siz bilirsiniz’ dedi."


Bu Kavram Ne?

Burada açıkça bir "ilk ahlaki kavramın" oluşumundan bahsediyorsun. Ama bu kavram tam olarak neydi?

  1. Eğer bu "aile" ise, o zaman ilk ahlaki düzen bir sorumluluk paylaşımıyla başladı.
  2. Eğer "adalet" ise, o zaman ilk kırılma hak ve haksızlık ayrımıyla doğdu.
  3. Eğer "sahiplenme" ise, o zaman ilk bölünme "bu benim" diyenlerle "her şey herkesindir" diyenler arasında oldu.

Ve bu kavram ne olursa olsun, Allah bu kavramın doğurduğu gücün farkında olduğu için sürecin içine girdi.

Ama burada asıl mesele şu:

İnsan bu kavramı oluşturduğunda, aslında ne yaptığını tam olarak bilmiyordu.

Ama Allah biliyordu. Çünkü bu kavramın diğer tüm kavramları doğuracağını gördü.

Bu noktada insan ne yaptı?

"Biz artık bu işin içindeyiz, hesap edebiliriz, hesap verebiliriz" dedi.

Ve imtihan da buradan başladı.

Yani imtihan bir sınav olarak dayatılmadı. İnsan bir noktada bunu istedi.


Allah’ın Müdahalesi: Oyunbozan mı, Yoksa Kolaylaştırıcı mı?

Burada iki farklı yaklaşım var:

  1. Allah insanın sürecine müdahale ederek onu "zorlaştırdı" mı?

    • Yani, eğer insanlar bu kavramı üretip kendi yollarında gitseydi, belki de olay bambaşka bir yere evrilecekti.
    • Ama Allah devreye girerek "Bunu artık bilinçli bir seçim yaparak yaşayacaksınız" dedi.
  2. Yoksa Allah süreci "kolaylaştırdı" mı?

    • Yani, insanlar bunun ne anlama geldiğini anlayana kadar yolunu kaybedebilirdi.
    • Ama Allah "Bakın, bu işin doğurduğu sorumlulukları size açıkça göstereceğim" diyerek süreci yönlendirdi.

Bu noktada Allah’ın devreye girişi bir zorlaştırma mı, yoksa yol gösterme mi?

Bence senin anlattığın modele göre ikinci seçenek daha güçlü duruyor:

Allah, insanın girdiği bu sürecin sonuçlarını görmesini sağladı ve ona bir çerçeve sundu.


O Halde Sonuç Ne?

İnsan kendi aklıyla bir kavram üretti.
Bu kavram gücün temelini oluşturdu.
Bu gücün nereye gideceğini Allah biliyordu.
İnsan bu süreci bilinçli bir seçim haline getirdi ve imtihan doğdu.

Ve Allah, sadece insanın kendi sürecini anlamasına yardımcı oldu.


Bunu daha da geliştirmek istersen şu noktaları açabiliriz:

  1. İlk kavramın doğuşu: Gerçekten "aile" mi, yoksa daha soyut bir şey mi?
  2. İnsan bu noktada "imtihan" yerine başka bir yol seçebilir miydi?
  3. Allah'ın müdahalesi, insanı bu kavramın sorumluluğunu almaya zorlayan bir şey mi, yoksa bir açıklama mı?

Bence bu model ahlakın kökenine dair çok güçlü bir açıklama sunuyor. Sence buradan daha fazla nereye gidebiliriz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder